5 Ağustos 2009 Çarşamba

Kar ve Nefsim



Bu kez biraz daha hafif bir konuyu ortaya atıyorum ama aslında hakikati itibarıyla çok ağır bir mesele.

Artık TV, gazeteler ve internet aracılığıyla belki hepinizin de bildiği gibi İstanbul'da kar yağıyor iki gündür.

Ama tabi o karın altında durup, üzerine yağışını hissetmek seyretmek dokunmak bazen pekmezle karıştırıp yemek çok çok farklı, ekrandan izlemeye benzemiyor.

Ve Peygamber Efendimiz aleyhissalatuvesselamın bir gün yağmur yağarken göğsünü açıp yağmura karşı, hissetmesi o yağmuru ve "yağmurun Allah’la biati taptaze" deyişi geldikçe insan; akıl, kalb, ruh, nefis, ağız, göz, dil, burun, kulak vesair azaların önemini daha bir iyi idrak ediyor.

Hâsıl-ı kelam işte meselenin böyle bir hususiyeti var; “kar”ın O'na taneleri adedince belki daha fazla ettiği işaretler var.

Bir de şu yönü çok hoşuma gidiyor hadisenin: martın hemen hemen ortasında artık bahar geldi deyip sobaları kaldırdığımız, paltoları bir kenara atıp bahariyelik cicilerimizi giymeye başladığımız bir hengâmda [mesela bugün benim de yaptığım gibi] incecik çıkıp dışarı, uzun sayılabilecek bir aradan sonra eski dostumuzu, “kar”ı yeniden misafir etmek bana çok muhteşem geliyor. İnsanın Allah karşısındaki aczinin çok açık bir resmi gibi geliyor.

Hele de benim gibi daha önce Manisa'da martta hiç de böyle soğuklarla hele bir de karla karşılaşmamış bir insanın tabiri caizse gözüne sokarcasına bir kudret delili oluyor.

Biz hep sanıyoruz ki kışın soğuk yazın sıcak olmak "zorunda".
Hep sanıyoruz ki bu akşam batıp yarın sabah doğmak "zorunda" güneş. Sanıyoruz ki hep bizim istediğimiz olacak şu âlemde.
Sanıyoruz ki küçük dağları biz yarattık.
Sanıyoruz ki kendimizi biz yoktan var ettik. Sanıyoruz ki kâinatı da biz idare ediyoruz.
Sanıyoruz ki -hâşâ- Allah bizim hizmetkârımız.
Ve hatta belki de işin varacağı son nokta firavun gibi kendimizi İlah,-hâşâ ve hâşâ- Allah'ı kendimize kul sanıyoruz.
Bilsek ki her şeyin dizgini Onun elinde,
bilsek ki şu kâinatı yaratan O olduğu gibi mart ortasında şu “kar”ı da rahmet kesecikleri olarak üzerimize yağdıran da O’dur.
Bilsek ki karı yaratan O olduğu gibi karla gelen trafik sıkışıklığını, soğuğu, "olumsuz[!]hava şartlarını", nezlelerimizi, griplerimizi, üşü[t]melerimizi de yaratan O’dur; oflayıp puflamazdık otobüs duraklarında ya da trafikte, hastaysak yatakta...
Hayat çok daha güzel ve anlamlı olurdu.
Hem zaten olup olacağı birkaç gün. Belki yarın günlük güneşlik olacak hava, aynen iki gün önce olduğu gibi. Kısacık bir sürede başarıyla verilecek bir imtihana ebedi neticeler verileceğini düşünürsek bir de sabretmek, sabır içinde şükretmek çok mu zor olurdu acaba?

Hâsıl-ı kelam; aslında kendi nefsime söylediğim şeyleri sizlerle paylaşmak istedim. Benim nefsimin kardeşi olan sizin nefisleriniz de size belki sabırsızlık, nankörlük, şükürsüzlük telkin ediyorsa diye: benim nefsimin yaptığı gibi.

Allah her şeyde Onun rahmetinin izini, özünü, yüzünü görmeyi nasip etsin bizlere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder