11 Temmuz 2009 Cumartesi

Esma ve Saadet

Bazı latifeleri vardır ki insanın bir defa öldü mü bir daha dirilmez, öyle perdeleri vardır ki hayânın bir defa yırtıldı mı bir daha dikilmez.
Ahirzamanda bu perdelerin çoğu yırtılmış ve biz varlığından haberdar olmadığımız için yokluğunu dahi anlayamıyoruz, mahrumiyetimizin dahi farkında değiliz. Hani denir ya günümüz insanı çok az kelimeyle konuşuyor eskiden böyle değildi diye, işte bu latifeler için de geçerli. Günümüz insanı çok az latifeyle yaşıyor, saadet asırlarına göre.
Bu Allahın bazı isimlerinin tecellisinin insanın su-i ihtiyarıyla örtülmesine de yol açıyor. Aslında işin özünde bu isimlere parlak birer ayine olamama marazı yatıyor. Karartıyor günümüz insanı üzerindeki esma tecellilerini, bu da bizi saadetten biraz daha uzaklaştırıyor.
Saadet esma-i ilahiyenin tümünün cemiyette nümayan olmasıyla, insanların şahs-ı manevi ile o esmayı yansıtmalarıyla ortaya çıkıyor.
Rahim fakat aynı zamanda Kahhar olan Allahın Rahim ismi tecelli ederken insanlarda, Kahhar ismini örtüyor cemiyet. Yansıtamıyor, zira rıza-yı ilahi uğruna insanları Kahhar-ı Zülcelal’in emrettiği şekilde cezalandırmaktan yüz çeviriyor insanlar örneğin. Ya da tam tersi durumlar da vaki. Mazlumun hakkının korunmadığı çokça vaki oluyor ve Adl ismi perdeleniyor.
Ve hakeza… Bütün isimler için geçerlidir bu vaziyet. Saadet bu isimlere külliyen ayine olabilmekten geçiyor. Ne kadar uzak olursa cemiyet onun esmasını yansıtmaktan, o kadar uzak oluyor saadetten. Ve ne kadar az perdelerse Onun esmasını, o kadar yakın oluyor Onun cennetine, bu dünyada dahi. Evet, bu dünyada cennet Onun esmasını yansıtabilmektir mümkün olabildiğince. Asr-ı saadette olan bu idi. O asır bu sebepten ötürü asr-ı saadet diye tesmiye olundu. Yoksa sadece Peygamber Efendimiz aleyhissalatuvesselam Ona en parlak bir ayine olsaydı da ashabı olmasaydı asr-ı saadet demeyecektik biz o asra ki Ondan evvelki peygamberlerin dönemlerine örneğin bir İsa aleyhisselamın bir Musa aleyhisselamın asrına saadet asrı demiyoruz bu sebepten.
Hâsılı saadet cem-i esmayı bütün bir cemiyet olarak yansıtabilmek, ona ayine olabilmekten geçiyor.
Bunu yapamadığımız takdirde her daim bir şeyler eksik olacaktır. Saadet-i dareyn in ilki bu dünyada saadettir ki onun da şartı esma-i ilahiyeye ayine olmak, kesif bir perde olmamaktır.