28 Mart 2010 Pazar

Kâdir’in kudreti mutlak olduğu gibi âcizin aczi de mutlak



Kâdir’in kudreti mutlak olduğu gibi âcizin aczi de mutlak

Mahlukat için kendisine, Onu tanıma konusunda aciz kalmaktan başka yol bırakmayan Allah’ı tesbih ve tenzih ederim”.

İmam-ı Rabbani’nin bu duası, kendisinden 300 sene sonra dünyaya gelen Bediüzzaman’ın marifetullaha süluk için çizdiği yolu hatırlatıyor insana.

Bediüzzaman, Kuran’dan istinbat ettiğini söylediği mesleğinin ilk ayağını “acz” olarak belirliyor; aczini bilmek ve aczini Kadir-i Mutlaka itiraf edip O’na sığınmak.
Aslında İmam-ı Rabbani de özelde kendi mesleğini, genelde Nakşbendi yolunu sonla başı birleştiren bir süluk metodu olarak tarif ediyor.

Marifetullahta ise kulun ulaşabileceği son nokta Efendimiz aleyhissalatuvesselam’ın münacatında şu duayla işaret ettikleri noktadır:
Subhane ma arafnake haqqa ma’rifetike ya Maruf!
Yani kulun marifetullahta ulaşabileceği son nokta aczini idrak noktasıdır.
İmam-ı Rabbani’nin sonu başlangıçla birleştirme mesleğini buraya uygularsak, marifetullahın ilk basamağı da aczini bilmektir.

Üstad Bediüzzaman’ın mesleği de hemen hemen aynı şeyleri söyler İmam-ı Rabbani’yle. Marifetullaha erişmek için başlangıç noktası da, varış noktası da, yolculuk boyunca ulaşılacak duraklar da hep aczini bilmekten geçer. Acz bu yolculukta insanın yedeğine alması gereken en önemli azığıdır.

Belki İmam-ı Rabbani’den farkı olarak bu noktayı söyleyebiliriz, Bediüzzaman’a göre acz hiç bitmez, Rabbin kudreti nasıl mutlak ise, kulun aczi de öyle mutlaktır.
Bu sırdandır ki Bediüzzaman çoğu risalesini, çoğu mektubunu, Bakara Suresi’nin 32. ayetiyle bitirir:
subhaneke la ilmelena illa ma allemtena inneke ente’l-Alimu’l-Hakîm

300 sene arayla aynı ruhu çağlarına üfleyen bu kâmet-i bâlâlara hadsiz dualar ile…

23 Mart 2010 Salı

tevbe'nin müjdesi




geçtiğimiz günlerde kendisinden sayısız güzellikler öğrendiğim sevgili metin abimin bir yazısında gördüğüm bir ayet atfı beni derinden etkiledi.

metin abi sınanma başlıklı yazısında genel olarak sınanmaların ne kadar öğretici, geldiği yer ve geliş maksadı hesaba katıldığında aslında ne kadar onarıcı olduğunu söylüyor.

benimse dikkatimi başka bir nokta çekti yazıdaki.

tevbe suresi 126. ayete olan atıf.

ayette şöyle buyuruyor alemler Rabbi:
"أَوَلا يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لا يَتُوبُونَ وَلا هُمْ يَذَّكَّرُونَ"

mealen:
"onlar görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki kere imtihan ediliyor, çeşitli belalara çarptırılıyorlar da yine nifaklarından dönüş yapmıyorlar, onlar bundan ibret de almıyorlar"

tevbe suresinin genel uslubuna da uygun olarak bu ayet de hem bir uyarı hem bir müjde manası taşıyor içinde.

uyarıyor, fitne, yani sınanma anlarında O'na yönelmesi gerektiğini ikaz ediyor insana.

müjde veriyor, çünkü senede 1 veya 2 defa böyle büyük sınanmalar olacağı müjdesini veriyor.

ve eğer ikinci cümlede denildiği gibi bu sınanmalar tevbeye, O'na itaate ve ibrete sevkederse insanı, bu sınanmaların ne kadar da insanı onarıcı olduğunu ifade ediyor ayet.

"rahmeti sebeqat ğadabi" diyen Rabbimizin bu ayetinde, verdiği tebşir manasının tenzir manasından daha kuvvetli hissediliyor gibi geliyor bana.

siz ne dersiniz?

sizce de senede 1 veya 2 defa büyük sınanmalar yaşayıp, hem de bunlardan büyük karlar elde ederek çıkmak çok karlı bir ticaret değil mi?

kendi hayatınızda şöyle geriye dönüp baktığınızda siz de ayetin vakıaya mutabık düştüğünü hissediyor musunuz?

doğrusu ben şu kısa sayılabilecek geçen ömrümde dahi el-hak öyle diyorum, vallahi senede 1 veya 2 defadan fazla ağır sınanmalar yaşadığımı bilmiyorum.

cenab-ı hak bu sınanmalardan en güzel şekilde çıkıp kalp ve ruh hastalıklarımızı bu sınanmalarla temizleyebilmeli nasip etsin bizlere.

sınanmalardan tevbelere, tevbelerden ibretlere varabilmek duasıyla...


(muhterem metin abiye hadsiz teşekkürler...)

13 Mart 2010 Cumartesi

inanmak ve anlamak




Cümle budur:

"Ne anlaşılabilir olduğu için inanır bir mü'min, ne de anlaşılamaz olduğu için. O anlayabilmek için inanmıştır." (Seyit N. Erkal, Son Gemi, İstanbul:2009, Sütun Yayınları, s. 49)

Hal-i hazırdaki bazı hristiyani öğretilerde şöyle ilginç bir denklem kurulur: tabi ki bir'in üç, üç'ün bir olması anlaşılabilir bir şey değildir, zaten anlaşılamaz olduğu için değerlidir bu öğreti. Teslise inanması zor olduğu için, birçok insan bunu kabullenmekte güçlük çekiyor diyebilir size karşılaştığınız hristiyanlar, ve bu sebepten imanlarının çok değerli olduğunu söyleyeceklerdir size, inanması zor olduğu için imanlarının değerli olduğuna inanmaktadır hasılı kimi hristiyanlar.

Aslında önermenin son kısmı doğru olabilir. Zor olan değerli olabilir, fakat zor olduğu için değerli olmak zorunda değildir tabi ki.

Fakat daha da mühim olanı önermenin ilk kısmındaki aksaklık: anlaşılması zor hatta anlaşılmaz olduğu için inanmak.

Halbuki hakikat basittir. Zaten bu sebepten hakikat, hakikattir.

Fakat yapılması gereken hakikatle ilişkinin doğru konumlandırılmasıdır. Hakikate ram olmadan onu anlamak mümkün değildir.

Anlayabilmek için önce inanmak gerekir.