28 Ekim 2009 Çarşamba

hikmet, daima...



Ebu Hafs Haddad[h.3.asır]

Humma ölümün habercisi olduğu gibi günahlar da küfrün habercisidir.

Bediüzzaman Said Nursi[h.14.asır]

Günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.

Yusuf b. Hüseyn[h.3.asır]

Allah'ın huzuruna zerre kadar yapmacık hareketle çıkmaktansa, bütün günahları sırtımda taşıyarak çıkmayı tercih ederim.

Bediüzzaman Said Nursi[h.14.asır]

Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.

Şibli[h.3.asır]

Şükür nimette nimet vereni görmektir.

Bediüzzaman Said Nursi[h.14.asır]

Şükür nimette in'amı görmek demektir.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Rabbiyle Konuşmayan Kendisiyle Konuşur




Bilmem sizin de dikkatinizi çekti mi, son zamanlarda İstanbul'un muhtelif yerlerinde, çok çeşitli insan sınıfları arasında kendi kendine konuşan insanları görüyorum hayret ve tedirginlikle.

Evet kimi zaman doğrudan -af buyurun- "deli" tabir edilen oluyor bunlar.
Fakat bana ilginç gelen, son zamanlarda bunların dışında, kendi kendine konuşan bir insan sınıfının türemiş olması.

Çoğu zaman acaba ben mi yanılıyorum diye defalarca gözlerimi ve kulaklarımızı dört açıp baktığım oluyor bu insanlara. Takım elbiseli, kravatlı, elinde şık bir laptop çantasıyla, son derecede şık bir insanı kendi kendine konuşurken görebiliyorsunuz örneğin. Bluetooth kulaklığının görünmeyenini icad etmedilerse hala, emin olun o insanlar kendileriyle konuşuyorlardı.

Son birkaç senedir bu mesele dikkatimi çektiği için hep insanları gözlemeye çalışıyorum, acaba kendi kendilerine konuşuyorlar mı diye. Ve işte son vardığım tahmin, diyeyim hüküm ağır olabilir, kendi kendine konuşan fakat bilinen anlamda "deli" olmayan hatırı sayılır bir zümrenin türediğidir.

Bunun neden olabileceğini düşünürken aklıma ilk şunlar geldi. Yine Üstad'dan ilham ile, diyor ki Üstad bir yerde:

"Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm Zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp Elhamdü lillâhi Rabbi'l-Âlemîn der."

İşte buradan hareketle, insan eğer her şeyin anahtarı, her şeyin dizgini elinde olan rahmeti, kudreti, şefkati, ilmi sonsuz olan Rabbiyle konuşmazsa, sorunlarının çözümünü kendi nefsinde arıyor. Kendi kendine konuşmaya başlıyor. Hatta belki kendi kendine dua ediyor. Kişisel gelişim hikayelerinin de ivme kazandırdığı kendi kendini motive etme, kendi kendine telkin metodları filan da insanın bir anlamda kendi nefsine dua etmesi olarak anlaşılabilir.

Duanın çok kritik bir kulluk şiarı olduğunu bir kez düşündürdü bana bu kendi kendine konuşan insanlar topluluğu.

Cenab-ı Hakk buyuruyor ya: "qul ma ye'abeu bikum Rabbî levlâ duâukum", duanız olmasa Rabbiniz size neden ehemmiyet versin, ya da duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?

İşte derdlerimizin dermanı bu ayette. Ehemmiyetsiz varlıklar olmak istemiyorsak, kendi kendine konuşan bir varlık olmak istemiyorsak, dua edeceğimiz merciyi iyi seçmemiz gerekiyor.

Hasıl-ı kelam, Rabbiyle konuşmayan kendisiyle konuşuyor, Rabbine dua etmeyen kendine dua ediyor; kendi kendine yazık ediyor.

Ebedî Namazlar



"Es-salatu ımâdu'd-dîn". Namaz dinin direğidir.(Tirmizi, İmân: 8; İbni Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:76.)

"...namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü âhirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette ibka eder." [4.Söz'den]

Namazda öyle bir ruh var ki insanın diğer mubah dünyevî amellerini de ibadet hükmüne geçiriyor.

Yani namaz insanın bütün bir hayatını, zamanının tümünü onarıyor, her dem yeniden inşa ediyor.

Namaz insanın diğer amellerine kendi ruhundan üflediği gibi, diğer ameller de, namazın ruhuna tesir eder, onu besler. Aynen iman ve islam, iman ve amel-i salih arasındaki ilişki gibi. Arada çok boyutlu karşılıklı bir ilişki var.

İşte bu da yukarıda Üstad'dan alıntıladığım cümlede Üstad'ın da kayıt düştüğü üzere, güzel bir niyet ile mümkün olur ancak.

Güzel bir niyet de ihlasla, amelde rıza-yı ilahiyi gözetmekledir.

Buradan şu sonuca varabiliriz; eğer namazın da farzlarından biri olan niyetimizi sağlam tutarsak namazlarımız hiç bitmez inşaallah, yukarıda Üstad'ın da dediği gibi, "bir cihette ibkâ olur", ebedileşir namazlarımız.

Ebedî namazlara...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Kalplerin Zikri Muhabbetullahtır




Çoğumuz duyarız bu ayetin iktibas edildiğini muhtelif zaman ve zeminlerde:

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

Ra'd suresinin 28. ayetidir bu.
Özellikle de "ela bizikrillahi tatmeinn'ul-qulûb" kısmını duyarız çoğunlukla.

Bir kere öncelikle ayet kalbi tatminin ilk şartının iman olduğunu ortaya koyar: "onlar ki iman ederler ve Allah'ın zikriyle kalpleri tatmin bulur"

Aradaki "ve" edatı cümleciklerin iki taraf arasında bir ilişkinin olduğunu gösterir, aynen "âmenû ve amilussâlihât"ta olduğu gibi.

Nasıl amel-i salihin olmaması, ya da görünmemesi imanın yokluğuna delalet etmez, aynen öyle de kalbi tatminin olmaması da imanın olmadığını göstermez. Sadece arada sıkı bir ilişki olduğunu gösterir, iman olmadan amel-i salihin salih olmayacağını, ve yine iman olmadan kalplerin tatmin bulmyacağını gösterir.

Ayetin daha çok alıntılanan ve sürekli zikredilen ikinci kısmıyla ilgili ise şu nokta aklıma geliyor.

Kalplerin tatmini, itmi'nana ermesi ancak ve ancak iman üzerine bina edilmiş bir zikir iledir diye anlıyoruz ayet-i kerimeden.

İman kalbin bir amelidir, kalbî bir ameldir. Ve ayette kalbî bir amel üzerine bina edilen bir zikirden bahsediliyor.

İşte bu zikir de kalbî bir ameldir aslında. Kalbî olan iman, yine kalbî olan zikirle taçlanır ve kalp itmi'nana erer.

Peki bu "kalplerin zikri" nedir?

Benim anladığım en geniş manasıyla "muhabbetullah"tır.
Aklın zikri marifetullah, kalbin zikri ise muhabbetullahtır. Bunların beraberce kişiyi donatmasıyla, kalp sarayı mamur olur, itmi'nana, bir anlamda "lezzet-i ruhaniyeye" kavuşur.

18 Ekim 2009 Pazar



"Men câe bilhaseneti feminallah, ve men câe bisseyyieti feminnefsik"

Bunu tersinden de okuyabiliriz.

Neyi ki Allah'tan bilirsin, o hasene olur hakkında.
Neyi ki kendinden bilirsin, o seyyie olur hakkında.


Bütün düğüm aslında kişinin nazarında.
Nazarında şer olan, seyyie olan ancak şer ve seyyie oluyor, bu da sadece ve sadece onun nefsinden kaynaklanıyor.

Nazarında hayr olan, hasene olan ise hakikat-i halde de zaten hayr ve hasene olduğu için aslında olanı görmüş oluyor ve bu da ancak ve ancak Alemler Rabbi'nden kaynaklanıyor.

13 Ekim 2009 Salı

Ananas Ayeti



Bütün insanlar ve cinler bir araya gelseler de Kur'anın mislini yapmaya çalışsalar, değil Kur'anın, bir ayetin dahi mislini getiremeyeceklerini söylüyor Alemler Rabbi, Kitabında.

Nasıl kitabi bir ayetin dahi benzerini getiremeyeceklerse inkarcılar, kevni ayetlerin dahi benzerini asla getiremeyecekler.

İşte ananas ayeti!

Diyelim ananas meyvesi yaratılmamış olsaydı, dünyanın bütün mahir ressamları bir araya toplansaydı ve bütün maharetlerini, "creativity"lerini dökselerdi tablolarına, acaba mislini, bir benzerini çizebilirler miydi ananasın?

Tadını, besleyiciliğini, muhtevasını bir yana koyduk, sadece tahayyüllerde oluşacak olan imajını dahi yapamazlardı.

Ananas'ın Rabbine sonsuz hamdler olsun...


Bakara Suresi

23-24.

وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُواْ شُهَدَاءكُم مِّن دُونِ اللّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ

23.Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).

24.Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o halde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kafirler için hazırlanmıştır.

İsra Suresi

88.

قُل لَّئِنِ اجْتَمَعَتِ الإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَن يَأْتُواْ بِمِثْلِ هَـذَا الْقُرْآنِ لاَ يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْلِبَعْضٍ ظَهِيرًا

De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”

Kafka'ya Nazire: Aforizmalar


Sürekli "Bence" demesi kibrinden değil, tevazuundan.
Çünkü söylediğinin indî bir mülahaza olduğunu,
hakikat-i mahz olamayacağını düşünüyor.
Bu böyledir, demiyor; bence diye kayıt düşüyor.

Mevhûm kerîm ve El-Kerîm



يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ

"Ya eyyuhe'l-insanu ma ğarrake bi Rabbike'l-Kerîm"

İnsan Kerîm Rabbini unuttu.
Çünkü kendini kerîm sandı, El-Kerîm'i unuttu.

Bunu şöyle de okuyabiliriz;

"Ya eyyuhe'l-insanu ma ğarrake bi Rabbike'l-Ğaniyy" ya da
"Ya eyyuhe'l-insanu ma ğarrake bi Rabbike'r-Rezzâq" veya
"Ya eyyuhe'l-insanu ma ğarrake bi Rabbike'r-Rahim" ilâahir...

İnsan ne zamanki enesinde Kerem, Rahmet, Rızık vericilik, Ğına vehmetti;
işte o zaman Kerîm, Rahîm, Rezzâk, Ğaniyy Rabbini unuttu.